Kimi kuramcıların soğuk savaşın tarihin sonunu ve bir bakıma savaşların da sonunu getirdiğini iddia etmesine karşın soğuk savaş sonrasında devletlerin parçalanması, etnik milliyetçilik, bölücülük gibi gerekçelerle uluslararası sistemde çatışmaların iç ve devlet içi boyut kazanarak ciddi bir dönüşüme uğraması ile çatışma çözümü bağlamında yeni bir aşamaya geçildi. Realistler ise öte yandan, atomik ulus birimlerinin çatışmalarının yeniden doğacağı Hobbesyan dünya düzenine geri dönüldüğünü iddia ettiler. Bunda, yıkılan SSCB’nin yanı sıra ABD’nin hegemonik istikrar sağlama rolünün zayıflamasının payı büyüktür.
Neo-realist açıdan -tarihte olduğu gibi- olarak uluslararası sistemin yapısındaki beklenmedik ve ani yaşanan bu değişikliğin (SSCB’nin yıkılışı) güç dengesini bozarak çatışmaları artırmasının çatışma çözümünü ve yeni nesil yaklaşımları daha gerekli kıldığı düşüncesi ön plana çıktı. Uluslararası İlişkiler yazınında hegemonya çalışmalarının neo-realist ve neo-Gramsiyan okullar ile yakın ilişkisi bulunmakta olup bu makale, uluslararası sistemde barışçıl yapısal değişimlerine değinen “Yeni Dünya düzeni” hakkındaki çalışmalar içerisinde hegemonya kuramlarını ele almaktadır.
Realist ve neo-realist kurama göre birey düzeyinde geçerli olduğu üzere uluslararası davranışları şekillendiren ve politikanın merkezinde yer alan biricik kavram olarak güç esasen birçok farklı anlam taşır. Realistlerin geneli için güç ve hegemonya, hâkimiyet ve zor kullanma demektir. Yapısal realizm, klasik öncülüne birçok açıdan benzer varsayımları kabul etmektedir. Buna karşı Waltz’in vurguladığı üzere neo-realizmdeki çıktıların sistemsel düzeydeki esas belirleyicisi yapı kavramıdır. Uluslararası sistemde belirleyici güce sahip bir devletin gücü önemli derecede değişirse uluslararası yapının ve dünya düzeninin anarşik doğası da yeniden kurgulanır.
Hegemonik istikrar kuramı (HST) uluslararası ilişkilerin realizm/neo-realizm ile liberalizm/neo-liberalizm adlı iki temel kuramını birleştirir. Buna göre tek bir hâkim gücün (yani hegemonik düzenin) bulunduğu nispeten barışçıl bir uluslararası toplum için uluslararası ekonominin açık, politikanın ise istikrar içinde olması gerekir. HST’nin kolektif iyilik ve güvenlik adıyla iki sürümü mevcut olup; bu da sırasıyla yumuşak ve sert güç kullanımı ile alakalıdır.
Buna karşın bu iki kuram da çeşitli yönlerden kısıtlı kabul edilir. Bir görüşe göre, uluslararası düzende bir kere işbirliği sağlandı ise bu aşamadan sonra hegemonya daha önemsiz hale gelmektedir. İkinci görüş ise sistemsel dönüşümden sonra yeni hegemonik gücün ortaya çıkışı ile alakalı olarak kanıtın doğası hakkındadır. Üçüncüsü ise deneysel ve mantıksal sorunlarla ilgilidir.
Neo-Gramsian Uİ okulunun temel kaynakları Antonio Gramsci’nin Marxist ve Robert Cox’un eleştirel görüşleri olup bu yaklaşım soğuk savaş sonrası dönemdeki çatışmaları açıklamaya çalışır. Marxizm’e göre dünya politikasının ardındaki temel güçler sınıf çatışması ve düzensiz kalkınmadır. Dünya tarihi ise döngüselden ziyade dinamik ve diyalektik bir süreçten ibarettir. Çağdaş dünya sistemini kapitalizm bağlamında incelemek daha isabetlidir. Bu nedenle, hegemonya kuramı (Merkantilizmin benzeri biçimde) Marxistlerin kullandığı çerçevede kapitalist ilişki biçimindeki üstünlükten ileri gelir. Cox, ilk defa Gramsci’nin hegemonya kavramını uluslararası ilişkileri açıklamak için kullanmış ve hegemonya kavramının içerisine toplumsal düzeyde (bir gruba karşı doğan tehditlere yönelik) uygulanan yaptırım, ceza ve teşvikler gibi entelektüel ve ahlaki içerikler yüklemiştir. Bir toplumsal grubun hükümet gücüne sahip olması için öncesinde liderlik kurumunu oluşturmuş olması gerekir. Cox bu noktada üstünlük ile ideolojik hegemonya arasında ayrım yaparak hegemonyanın bir devlet veya ülke grubu ya da başka birimlerin de yer aldığı bir birliğin elinde olabileceğini söyler.
Gramsci’ye göre sivil toplum kavramı, Bolşevik Devrimi deneyimini yansıtmak ve Batı Avrupa'daki devrimleri açıklamak için tarihsel bir genelleme yapar. Batı Avrupa’da sivil toplum Rusya’ya nazaran daha bilinçli ve örgütlü olduğu için devrimler daha çok sivil toplumun eliyle gerçekleşir. Gramsci’de üstyapı düzeyinde sivil toplum (özel) ve politik toplum (devlet) mülkün temelidir. Realistlerin devletine tekabül eden “politik toplum” ile “sivil toplum” bir araya gelince “genişletilmiş veya tamamlayıcı devlet” ortaya çıkar. Realistlere göre devletin formasyonu için gerekli ve yeterli olan güç veya güç tehdidi iken Gramsci’de ancak (medya, etik, ödüllendirme vb. kanallarla) kamusal rızanın da alınması ile hegemonik liderliğin esasları teşkil edilmiş olmaktadır.
Cox’a göre hegemonya kavramının karşılığı pasif devrim olup; hegemonyaya ilişkin diğer bir kavram ise tarihsel bloktur. Ancak hegemonik toplumsal bir sınıfla birlikte mümkün olan hegemonyanın deneyimlenebilmesi için tarihsel bloğun tesisi ön koşul olup bu bloğun ahlaki-siyasi boyutundan türetilen ortak kültürün propagandası hegemonyayı (entelektüel ve ahlaki bloğun üstünlüğü sonucunda hegemonyanın tesis edilmemesi durumunda bile) yönlendirir.
Cox, neo-Gramsiyan çerçevedeki hegemonya kavramını uluslararası ve dünya düzeyinde çatışma analizlerine uygular. Bu durumda hegemonya ve dünya düzeni için Cox devlet biçimleri, toplumsal kuvvetler ve dünya düzenlerinin üçgensel bir etkileşim içerisinde olduğunu vurgular. Cox yine aynı üçgen şemayı kullanarak uluslararası düzeyde yapısal kuvvetler hakkında fikirler, kurumlar ve maddi yeterlilikler üçlüsü arasında benzer bir ilişki kurar. Buradan hareketle Cox, dünya hegemonyasını, egemen bir sosyal sınıf tarafından kurulan iç ulusal hegemonyanın dışa doğru genişlemesi olarak kuramsallaştırır. O’na göre dünya düzeninin yaratılması hegemonun ve tarihsel bloğun tesisinin sonucudur. Bu anlamda hegemonik dünya düzeni, evrensel üstünlüğe sahip bir toplum ve uygarlığın ürünüdür. Soğuk Savaş sonrasında Avrupa Birliği’nin Orta ve Doğu Avrupa Ülkelerine (ODAÜ) doğru fiziksel ve normatif bağlamda genişlemesi, bu süreci anlatan iyi bir örnektir.
Çatışmalar iki ayrı çıkar grubunun amaçlarının birbiriyle uyumsuz olması durumunda ortaya çıkar. Gramsci’nin hegemonya kuramı altında ele alındığında, “Temel İhtiyaçlar” kuramı içerisindeki kavramların toplumsal gruplar arasında güvenlik sorununa ve çatışmaya neden olduğu söylenebilir. Çatışmalar gruplar, bireyler ve üstyapıların yüzeyinde ortaya çıkar ve aynı düzeyde çözümlenemez; ancak çatışma, en iyi şekilde, çatışmaları sürdüren toplumsal yapıları değiştirerek çözülebilir.
Realist Uluslararası İlişkiler kuramlarına göre çatışma doğrudan şiddet ile açıklanırken Gramsci’den türetilen Uİ kuramında gözle görülemeyen, daha belirsiz ve yavaş seyreden “dolaylı şiddet” vardır. Bu itibarla, kitlesel ve zorunlu göç, batı doğu gelişmişlik farkı, kıtlık, iklim değişikliği ve enerji savaşları gibi gündemlere sahip yeni Dünya düzeni altındaki uluslararası sistemde ekonomik ve kültürel hegemonya yoluyla sağlanabilecek yapısal bir değişime ihtiyaç olduğu ve silahların susmasını sağlamaktan ibaret olan negatif barışın tesisinin yetersiz olduğu ortadadır. Bir başka açıdan, çatışma çözümü kuramlarına göre toplumsal değişimin motoru olarak çatışmalar gerekli olmakla birlikte bu çatışmaların yıkıcı değil yapıcı mahiyette (yani norm üretici kapasiteye sahip) olması gerekir. Cox’un analizine göre çatışmanın nedenlerini bulmak için çatışan tarafları destekleyen ve içeren hâkim sivil ve siyasi sistemlerin yapısı da gözden geçirilmeli, çatışmanın tam manasıyla sona erdirilmesi için bütün diyalog kanalları açık tutulmalıdır. Diyalog ancak gizli mesajları ve örtük varsayımları tanımlayan tamamen duyarlı bir "antitez" ile mümkündür. Bu karşı sav ise, mitoloji gibi devletin diline hâkim olan yapıların desteklediği ve pekiştirdiği derinlere yerleşmiş olanı algılamalıdır. Çatışma çözümünde diyalogun amacı, her iki taraf için de sindirme, tahakküm etme ya da dönüştürme değil, tez (mevcut yapı) ve antitezin (karşı hegemonya) oluşturduğu geleneksel bir sentez değil yeni ve eşsiz bir sentezdir. Buradaki karşı hegemonyanın her analiz düzeyi için (Çekoslovakya’da 1989’da Komünizm’in yıkılışına sebep olan Kadife Devrim örneğindeki gibi) zekice düşünülmüş ve şiddet içermeyen bir mevzi savaşı olarak yürütülmesi, sentezin pozitif barışa dönüşmesini sağlayacak unsurdur.
Toplumsal yapılar tarafından desteklenen çatışma analizi modelinin faydaları iki yönlüdür. Birincisi, çatışma analizi ve çözüm kuramcıları, çatışmayı destekleyen ve sürdüren temel yapısal sistemleri incelemeden köklü, inatçı çatışmaları ele alamayacaklarını kabul etmelidir. İkincisi, yapısal çatışmanın ancak onu destekleyen toplumsal sistemlerin yapısı pahasına ele alınabileceğini kabul etmeleri gerekir.
Sonuç olarak, Makale, neo-realist ve neo-Gramsiyan hegemonya fikirlerine ilişkin literatürü, iki okulun tarihsel gelişimlerine vurgu yaparak özetlemeye çalışmakta, bunu yaparken iki okulun çatışmaların anlamı ve ifadesi kapsamında aynı kavramları birbirinden nasıl farklı kullandıklarını analiz etmektedir. Neo-realist kuram, çıkar temelli ve şiddetli çatışmaları daha iyi açıklarken, neo-Gramsiyan okul yapısal şiddet ve görüş temelli çatışmalara ışık tutmakta işlevseldir. Bu iki kuramsal yaklaşım arasında, materyal ve normatif bağlam farkından ve Gramsci’nin kavramlarındaki dinamizmden kaynaklı olarak ortaya çıkan görelilikten ilhamla, Newton fiziği ve Einstein fiziği arasındaki fark gibi bir ayrım yapılabilir. Bir diğer sonuç ise neo-Gramsiyan Uluslararası İlişkiler yaklaşımı, analistlerin devletler arasında işbirliğinin tek bir hegemon olmadan mümkün olduğunu varsaymasını sağlayan eleştirel bir çerçeve tesis eder. Barışçıl bir dünya düzeni için belirli kurumsal yapılar ile devlet biçimlerinin gerekli olduğunu kabul eden neo-Gramsiyan yaklaşım tek boyutlu analizden (ulusal çıkar ve güç) çok boyutlu analize (fikirler ve kurumlar) geçişi sağlaması bakımından neo-liberalizme yakınsar. Günümüzde ABD’nin yapısal güce sahip olduğu ve hala kültürel bir hegemonya olduğu söylenebilir. Böyle bir ortamda çatışmanın doğmaması için post-hegemonik döneme geçişin sağlanması gerekli olup bunun da yolu farklı uygarlık geleneklerinin bir arada barışçıl yaşamının tesisinden geçer.
Çatışma çözümü kuramlarında karmaşık iç ve uluslararası yapı şiddetli çatışmaların meydana gelmesine neden olmuştur. Yapısal çatışmalar neo-realist ve neo-Gramsiyan hegemonya kavramları yardımıyla anlaşılabilir. Soğuk savaş sonrası dönemin çatışmaları da açık bir şekilde uluslararası sistemdeki küreselleşme sonrası, post-Vestfalyan ve hegemonya sonrası yapılardan kaynaklanır. Bu çerçevede, devlet içi bir çatışmanın çözümünde sadece barış gücü korumasının tesisi ile yeterli gelmeyecek, psikolojik ve kültürel araçlara da ihtiyaç duyulacaktır.
Karmaşık bir dünya ortamında, 21. yüzyıldaki yeni zorlukları sadece neo-realist veya Gramsiyan hegemonya kavramı ile açıklamak mümkün görünmemekte olup, negatif ve pozitif barışın tesisini sağlayacak bütünleştirici ve kapsamlı kuramların ele alınmasının gerektiği söylenebilir. Bu kapsamda çatışma çözümü sahası, çatışan tarafların çıkarlarını, ihtiyaçlarını ve hedeflerini değiştirmeyi amaçlayan ve şiddet içermeyen toplumsal değişim fikrini ortaya koymak için yararlı olabilir.
*Makale Yazarı: Doç. Dr. Sezai ÖZÇELİK, 2006.