Dönemlerinin önder devletlerinin başkentleri ve ticareten önemli illerinde yetmiş iki milletten insanlar bulunur; kırsalında da benzer şekilde sosyal statü farkının olmadığı ve bunlarla birlikte toplumsal ayrışma ve düşmanlığın yaşamadığı bir medeniyet harmanı olurdu. Bu, devletin sağlıklı büyümesinin bedeliydi. Moğol istilasından önceki devirde Bağdat’ta, Arap egemenliğindeki Endülüs’te durum böyleydi. Osmanlı idaresindeki İstanbul’da aynı şekilde Türk ve gayrimüslim tüccarlar eşit oranda zengin, çorak Anadolu’da ise Türk ve gayrimüslim köylüler eşit oranda fakirdi, fakat kimse birbirine diş bilemiyordu.
İktisadi sistemde yaşanan devrimlerle birlikte eski günler geride bırakıldı. Türkiye yeniçağdaki gibi yeniden önder bir devlete dönüşmek istiyorsa ilkin yarattığı ortamı yeniden oluşturmak zorundadır. Memlekette yüz yıldır Nevşehirli -üstelik ana dili Türkçe olan- İstamat elmalıklarda ter dökmüyor, Kevork emmi değirmende çalışmıyor, Yohan ise Beyrut’ta Osmanlı musikisi icra edip kaset çıkaramıyor. Şimdilerde Türkiye yeniden büyük devlet olmaya karar verdi ve bunun yansımalarını hayatta birçok sahnede görüyoruz. Mehmet Akif Üniversitesinde hemşirelik okumaya gelmiş Mogadişulu Farah’a kendi öğrencileri ile Yörük kökenli eşi ebelik yapıyor. Atalarının 93 harbinde sığınmasıyla kurulan köyden çıkan anne babasının biriciği Kütahyalı Setenay Dışişleri Bakanlığı’nda Elçi Müsteşar olarak görev yapıyor, Tekirdağlı Esen ise Trakya üniversitesinde Balkan Araştırmaları Enstitüsünde Doktora yapıyor, Rudi ise Dicle üniversitesinde kent sosyolojisi üzerine dersler veriyor, Artuklu’dan kalan eserlerin tadilatında görev alıyor. Rudi’nin özverili asistanlarından, Ankara’nın Fevziye köyünden olan Emre ise Banya Luka’daki bir Osmanlı eserinin onarımında işçilerin dilinden anlıyor ve çalışma ortamını güzelleştiriyor. Bunların hepsi, bir şekilde Türk bayrağı altında yaşanıyor.
Bir tarlada ayrık otları varsa o toprakta verim vardır, hayat vardır. Otsuz kısımlarını seçerek bitki yetiştirmeyi tercih edenler, farkında olmadan dar alanda kısa paslaşmayı kabul etmişlerdir. İnsan ömrüne nazaran farklı bir seyir izleyen devletler bu nedenle her an büyüyüp küçülebilir. Uyruğuna sahip olduğumuz ülkemizi büyütmenin yolu, bütünlüğünü sağlayan unsurları ayrıştıracak hamleleri etkisiz hale getirerek ana hatlarla oluşturacağımız algılarımızı zenginleştirici yöne çevirmektir. Yoksa aynı yolun yolcusu farklı yöneticilerce bin yıldır yaşatılan medeniyetin istikbalini aileden öteye koyan padişahların devşirme kökenli anaları, üç kıtaya ayak basıp şehit olmuş, sadrazamlık yapmış yeniçerilerimizin, Anadolu ve Rumeli’yi geçmişiyle kopmadan yaşatmışların ruhu incinir. Nitekim sıyrık ruhlar arasında kalındıkça önder ve kapsayıcı bir ruh icat edilemez.
Bütün katmanları ile bir medeniyeti tanımadan o medeniyetin yandaşlığını yapmak kişiyi bağnazlaştırır, gelişimini daraltır. Bu yolla ancak, en boş zamanların icra edildiği günlerde kurulan ikinci el medeniyetler pazarına yüz sürülür ki mevcut kazanımlara uygulanan kolaycı yıkıcılık hamlelerini elden bırakmayacakları için tarihte olduğu gibi bugün de Taliban, Ku Klux Klan, Neonaziler gibi hiçbir geriye dönük medeniyet uyarlaması başarılı olamamış ve olamayacaktır. Nitekim son birkaç yüzyıldır dünyaya egemen olmuş İspanya-Portekiz ikilisi, sonra Hollanda, ardından İngiltere ve nihayetinde ABD’nin diktiği medeniyetlere başımızı çevirdiğimizde mevzu daha iyi anlaşılacaktır. Özellikle niceliksel gelişim konusunda dikkate değen bir örnek olarak, Amerika Birleşik Devletleri gibi asgari müşterekte buluşan insanların bir araya gelerek geliştirdiği yapay bir “ulus-devlet”ten yayılan medeniyet dalgasının -Hiroşima, Apartheid, Vietnam, Afganistan gibi göz ardı edilemeyecek hataları ile birlikte- dünyayı eski devirlere nazaran daha bolluk içinde kılmaya çalıştığı bir gerçektir.
Kısacası, büyük devlet olma hedefini koyanların içindeki unsurları sağlıklı gıdalarla beslemesi, daha sonra doğallıkla kabından taşması beklenmelidir. Her şeyden önce taşkınlık kuyusuna yuvarlanmadan kaplardan taşılsın, daha sonra yeni bir kap elbet bulunur.
Bu yazı 8 Aralık 2015 tarihinde Radikal Blog'da yayımlanmıştır.
http://blog.radikal.com.tr/politika/buyuk-devlet-olmak-119168
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder