9 Temmuz 2014
Kumarda kaybeden aşkta kazanır.
Bilindiği üzere, ticaretin
serbestleştirilmesi kimilerinin kazançlı kimilerininse kayıplı çıkmasına neden
olmakta, ancak kuramsal ve deneysel çalışmalar serbest ticaretin kazanımları
daha fazla olduğunu göstermektedir [1].
Bununla birlikte, ticarette yaşanan bu değişim nedeniyle kayba uğrayanların
kendi zararlarını -çoğunlukla kendilerinin- telafi etmesi beklenmektedir. Kimi
muhtemelen kaybedecek unsurlar ise söz konusu sektör(ler)de serbest ticaretin
önünün açılmasına engel olmaktadır. Bu da ticaretin serbestleştirilmesi
önündeki en yavaşlatıcı etmendir. Bu yüzden sanayi devriminden bu yana
ticaretin serbestleştirilmesi, Afyon savaşları örneğinde olduğu gibi kimi zaman
silah zoruyla mümkün olmuştur [2].
Görünmez el ilkesine göre piyasayı düzenleyici kudretin bireylerin kendi
refahlarını arttırmak peşinde koşarken toplumsal refahın artışına neden olması
makul bir mekanizma olsa da, iki veya daha fazla devletin ticaretin serbestleştirilmesi
esnasında bireysel olarak uğradığı kayıp toplumsal olarak olumsuz etkilere
sahip olabilecektir. [Esasen toplumcu olmayan bir üretim biçimi olan
kapitalizmde, bireylerin özgür iradeleri ile bulundukları girişimler yoluyla,
yani piyasanın devlet müdahalesine maruz kalmayarak kendi dengesini bulacağı düşünülmektedir.
Ancak devletler (yeni teşvik sistemi gibi) günden güne türettikleri yeni
yöntemler ile çeşitli teşvik mekanizmalarını hayata geçirmektedir.] Göz ardı
edilen, uluslararası toplumun (yani dünya) refahının artıyor iken, egemenlik
kıstaslarını karşılayan bir ülkedeki toplumun refahının belli bir alanda hasar
görmesi ve bunun etkilerinin toplumsal dönüşümleri tetiklemesidir. Bu gerçekle
karşı karşıya kalan devletler, ekonomik olarak gelişmişlikleri ölçüsünde dış
ticarette liberalizasyon çalışmalarının hızını ayarlamaktadır. Bu hızın,
devletlerin potansiyeli doğrultusunda ve daha sağlıklı bir mekanizma ile
arttırılabilmesi için uluslararası ticaret sistemi ile bütünleşmiş aktörlerin
dayanışma örneği sergileyerek aralarında bir akit yapması gerekmektedir. Bu
makale, uluslar arasında böyle bir akdin yapılabilmesini kolaylaştıracak
yolları sorgulamaktadır.
Bilindiği üzere bir sektörde rekabetçilik
kaybedilince (liberal demokrasilerde bilhassa siyasiler
ve iş adamları tarafından) o sektörün serbestleştirilmesine yönelik bir
baskı oluşur. Bu baskı, kamusal alanda bulunan unsurların ayrı
bakış
açıları içerisindeki taleplerinin bir paketidir. Örneğin kırmızı etin korumacı
önlemler nedeniyle yerli kaynaklar tarafından tedarik edildiği bir ülkede
kırmızı fiyatlarının yüksek seyrettiğini ve kırmızı etin sadece beyaz et ile
ikame edilebileceğini varsayalım. Bu şartlar altında tüketiciler bir durumda
bireyler kırmızı et yerine beyaz ete yönelse dahi bu durum uzun vadeli ya da sürdürülebilir
değildir; zira artan talep, beyaz et fiyatlarını da yukarı yönlü etkileyecektir.
Et fiyatlarının kronik hale gelen yüksekliği, sektörde piyasa mekanizmasının
etkin işlemediğini yansıtmaktadır. Bu durum eninde sonunda sektörün yeniden
yapılandırılması gerektiği gerçeğini ortaya çıkaracaktır. Yeniden
yapılandırmanın iki temel ayağı olacaktır. Yapılandırmanın devlet eliyle
gerçekleştirilecek olan kısmı, muhtemelen rekabetin korunması çerçevesinde
olacaktır. Geriye kalan büyük hareket alanı ise özel sektörün eline
bırakılacaktır. Bu noktada arzın talebi karşılayamamasından kaynaklanan yüksek
fiyat politikası terk edilecektir. Ancak, yerli kırmızı et üreticilerinin
nispeten maliyetler ve korumacı önlemler nedeniyle elde etmekte olduğu kâr/pazar
payının böyle bir politika değişikliği ile azaltılması/yok edilmesi, sektörün
yerli kaynaklarının kısırlaşmasına neden olabilir. Bu, bütün DTÖ üyesi
ülkelerin, yani çok taraflı ticaret sisteminin üyelerinin farkında olduğu bir
husustur.
DTÖ kuruluşundan itibaren en çok
kayrılan ülke ve milli muamele ilkelerine uyarak çok taraflı ticaretin
serbestleştirilmesine ilişkin müzakerelerin sürdürüldüğü bir platform
olagelmiştir. Bu
iki temel ilke, uluslararası ticaretin şekillendirilmesine büyük ölçüde katkıda
bulunmuştur. Her ne kadar Üye ülkeler liberal bakış açısıyla sisteme olan inançlarını her
fırsatta dile getirmişlerse de hemen hemen bütün ülkelerin belli sektör ve
alt-sektörlerde rekabet üstünlüğünü bir türlü yakalayamamaları korumacılığa
yönelmeleri ile sonuçlanmaktadır. Bu sonuca yol açan sebeplerden biri de,
DTÖ’nün kurumsal ilkelerinin eksikliğidir.
Söz konusu eksiklik, üçüncü bir
ilkenin hayata geçirilmesi ile aşılabilecektir. Bu ilke, “kaybedenlerin
korunması” yani “protection of those who lost” ilkesidir. Temel iktisat
teorisine göre, çeşitli nedenlerle uluslararası rekabetçiliğe sahip olmadığı
için ulusal düzeyde koruma altında olan bir sektörün serbestleştirilmesi
sonucunda açığa çıkacak olan emek ve sermaye fazlasının, rekabetçi olunacağı
muhtemel olan bir başka sektöre kanalize edilmesi gerekmektedir. Fakat
özellikle GYÜ’ler ve EAGÜ’lerin teknik kapasitesi, hangi sektörlerde rekabetçi
olunmadığını net olarak ölçememektedir. Bir yandan uluslararası ticaret
sisteminde sürmekte olan müzakerelere uyum sağlamaya çalışan Gelişmiş Olmayan
Ülkeler (GOÜ’ler, GYÜ ve EAGÜ’lerin bir arada olması durumu), diğer yandan büyüme
hedeflerini tutturmaya çalışmaktadırlar. Bu noktada, emin adımlar atmak isteyen
GOÜ’lerin politik bir yaklaşımla mümkün olduğunca korumacı davranması doğaldır.
Ancak bu durum, çok taraflı ticaret sisteminin gelişimine engel
teşkil etmektedir. Bu nedenle, DTÖ bünyesinde oluşturulacak bir fon ve
uluslararası memur kadrosu ile bilhassa GOÜ’ler için, rekabete açılma sonrasında
ortaya çıkacak olan söz konusu sektörel yıkımın bertaraf edilmesine ilişkin izlenebilecek
yöntemler hakkında çeşitli araştırmalar ve raporlar hazırlanabilir; böylelikle
pazarın serbestleşmesinde dönüm noktalarını belirtecek yol haritaları
çizilebilir. Dahası, temelini GATS’tan alan bölgesel ve ikili ticaret
anlaşmalarında, özellikle Türkiye’nin son birkaç yıldır birer birer
müzakerelerine başlamış olduğu; yeni nesil STA’lar olarak bilinen, hizmet
ticareti ve yatırım bölümlerine sahip olan kapsamlı ticaret anlaşmalarında bu
ilkeye atfen bir maddenin koyulması, söz konusu ilkenin yürütmesi ve serbestlik
düzeyi bakımından GATS’ın çok ötesine geçilmesi konusunda tarafların elini,
liberalizasyona yakın bir tavır alabilmeleri hususunda önemli derecede
rahatlatacaktır. Bu hususun DTÖ nezdinde esas ilkelerden biri haline gelmesi,
uluslararası ticaret sisteminin serbestleştirilmesi hususunda önemli bir ivme
sağlayacaktır.
KAYNAKÇA
[1] Steven E. Landsburg, Price Theory and Applications, 6th Edition, Chapter 8
[2] http://www.cato.org/publications/speeches/making-case-free-trade
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder